Recommended Post Slide Out For Blogger

15 Temmuz 2014 Salı

Tehlikeli yakınlaşmalar; Irak, Suudi Arabistan, cihadistan

Yazar, Immanuel Wallerstein'a göre Irak ve Ortadoğu'nun yeniden dizayn edilmesinde IŞİD, önemli bir aktör olabilir ama düşmanlık kadar dostlukların da kaygan bir zeminde ilerlediği coğrafyada değişimin de olasılıklarından bahsediyor. İran ve Suudi Arabistan arasında 'düşmanlık' olarak ele alınan ilişkinin sünni bir devletin kurulması durumunda farklılaşabileceğini ileri süren Wallerstein, Mağrip'ten Afganistan'a uzanan ve Türklerin, Kürtlerin, Rusya'nın Çn'in dahil olacağı tarihsel uzlaşmanın gerekliliğini de ortaya koyuyor. 

C
ihatçı hareket- Irak-Şam İslam Devleti- sürpriz sayılabilecek bir başarıyla Irak'ın üçüncü büyük kenti Musul'u ele geçirerek, ülkenin kuzeyinde yoğunlaşıp güçlerini güneye Saddam Hüseyin'in doğduğu Tikrit ve Bağdat'a doğru yönlendirdi. Irak ordusu ise Kerkük'ü Kürtlere bırakarak parçalanmış bir görüntü arz ediyor. Bu süreçte IŞİD, Türk diplomat ve kamyoncularını da tutukladı, dolayısıyla ülkenin kuzey ve batısını kontrol altına alarak, Suriye'nin doğusundan başlayan bir bölgede varlığını hissettirmiş oldu, yorumcuların da kutsadığı gibi bölge, Cihadistan olarak anılmaya başlandı, cihatçı hareket de, olabildiğince geniş bir alanda şeriatın katı kurallarına bağlı bir halifelik rejimini yeniden kurma arayışı içine girmiş durumda.

Endişe ve korkulu bakışla izlenen cihatçı hareketin Orta Doğu'da jeopolitik konumlanışın yeniden dizayn edilmesinde önemli bir aktör olacağını beklemek mümkün. Bu coğrafya çelişkilerin birden bire dostluğa ve uzlaşmaya dönüştüğü, Fransızların deyimiyle 'düşman kardeşler'in iç içe yaşadığı bir bölge. Son yarım yüzyılda bu tip bir ilişkinin benzeri ABD Başkanı Richard Nixon'un Çin'i ziyaret ederek, Mao Ze Dung'la karşılaştığı ve ziyaret yoluyla modern dünya sisteminin yeniden dizayn edildiği süreçte yaşandı.



Dünya medyası uzun bir süredir İran ve Suudi Arabistan arasındaki düşmanlığa yoğunlaşmış durumda, herhangi bir uzlaşma olasılığı da bu noktada imkansız görünüyor. Öte yandan bu iki ülke arasında bir kaç ay önce gizli bir görüşme olacak gibi görünüyordu; eğer jeo-politikadan sürpriz bir şekilde dönülmüşse, kısa vadede durumda değişim olmayacaktır. Öngörülen politikadan 180 derece bir dönüş olmuşsa da her iki tarafa da sorular sormak zorundayız. Toplumları ilişki kurmaya zorlandığı noktada düşmanlık ağırlığını hissettirecektir. Çelişkileri açıklamak için mazeretler üreten analistlerin açıklamalarıyla başlayalım; İran, Şii inancı üzerindeki etkinliğini devam ettirerek, Suriye'deki Sünni monarşisini kontrol altında tutmak istiyor ve şüphesiz bu niyet çok açık kendini belli ediyor.  Fakat şunu da hatırlamak zorundayız 1979'a kadar şah rejimini yaşayan İran'la benzer bie Sünni monarşinin yönetimindeki Suudi Arabistan arasında jeo-politik bir yakınlık vardı ve her iki ülkede OPEC'de ham petrol fiyatlarının belirlenmesi konusunda ortak kaygılar taşıyorlardı. 1979'dan sonra ise İran, politik olarak değişti ve bu değişim iki ülke arasındaki ilişkileri de değiştirdi. 


Suudi Arabistan ve İran arasındaki politik çekişmenin temelinde bölgede etkin güç olma yarışı temel bir rol oluşturuyor, rollerdeki bu değişim süreklilik içermiş olsaydı IŞİD her iki ülke içinde tehdit içerebilirdi. Suudi Arabistan ve İran rejimi farklı nedenlerle de olsa devletlerinin devamını ve bölgede istikrarı öncelik olarak kabul ediyor. Şüphesiz her iki rejimde iç siyasetinde tekleştirilmiş, (liberal yaşama alıştırılmış) kentli orta sınıflara ve farklı versiyonlar içerse de İslamın geleneksel, muhafazakar yapısına bağlı bir sisteme sahipler fakat öte yandan IŞİD tehdidi her ülke için de  bir diğerine karşı yönlendirilebilir bir durumda.

Hali hazırda IŞİD'in Suriye'deki mücadelesinin içerisinde Iraklı, Bahreynli, Lübnanlı farklı gruplar var,  bununla birlikte uzlaşmaya daha yakın grupların varlığını da kaydetmek gerekir. İran ve Suudi Arabistan arasındaki düşmanca yarışma devam ederken öte yandan ABD ve bölgedeki Avrupa ülkeleri de bu çekişmenin içerisinde olduğunu görmek gerekir. Suudiler, geçmiş pratikleriyle kendilerine duyulan inancı ve güveni kaybettiler, öte yandan Batı dünyasının İran vizyonunu onaylaması karşısında gidişata izin vermek durumunda kaldı.

İki rejim de Katar'ın bölgede oynadığı rolden hoşnut değil ve her halükarda Katar'ın rolü konusunda karşıt fikirlere sahip ve yine iki rejim, Filistin devletinin oluşturuluş biçimine de karşı, öte yandan her iki ülke Mısır'daki laik askerlerin rejimini kaygıyla izliyor ve son olarak her iki ülke de Afganistan'daki savaşın politik araçlarla halledilmesini tercih ediyor. Liste daha da uzatılabilir ama sonuç şu; acelece yapılan analistleri bir kenara bırakalım, eğer Mağrip'ten Ürdün'e, Afganistan oradan da Çin ve Rusya'nın dahil olacağı tarihsel uzlaşmadan bahsedeceksek  bu anlaşma Türkiye'siz olmaz, yine Kürtlerden destek almadan olamaz. Şüphesiz bu söylediğim spekülatif ama boş bir spekülasyon da değil, gerçekte ise Suudi rejimi ve İran, Ortadoğu'ya entegre olamamaları durumda varlıklarını sürdüremeyecekleri endişesi içindeler ve varlıkları gidecekleri yolu seçmekle ilgidir, belki de zaman onların yolunu da değiştirir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder