Recommended Post Slide Out For Blogger

15 Temmuz 2014 Salı

Spinoza ve aşk; bir karşılaşma süreci



Bilindiği kadarıyla Spinoza kişisel yaşamında aşkla bir kez karşılaştı. Spinoza ve Clara Maria arasındaki ilişki hayal kırıklığı, nefret ve tutku gibi duyguları uyandırdı, tıpkı eseri Etika'da anlattığı üzere. Guido Ceronetti'nin yazısını paylaşıyorum.


Baruch Spinoza'nın kalbinin, 'dışsal sebeplerden' dolayı, Latince ve müzik bilen ve Delf'in porselenleri arasında yarı gölgede kalmış genç Alman kız için atmaması düşünülemezdi. Spinoza, Latince profesörü Franz van der Ende'nin evine öğrenci olarak gitmiş ve bir seferinde genç, zengin Dirck Kerkrinck'in bir kolyeyi Clara Maria'ya hediye ettiğini görmüştü. Baruch, kızı bebekliğinden beri tanıyordu ve onun çiçek gibi olgunlaştığına tanıklık etmişti: Eğer tarihe kayıt geçilseydi, 1660'da sinagogun 'küçük kralı'nın, hayal kırıklığına uğramış ve ne kolye alacak parası ne de yolundan dönme isteğinin olmadığını yazardı, onların arasındaki Laetitia ve Tristitahikayesine benzer aşk- nefret ilişkisi beş yıl kadar sürdü.

Hollandalı'nın durumu için Kısa İncelemeler'de (Tanrı, İnsan ve İnsan Refahı Üzerine Kısa İnceleme) insanların eylemleriyle rüyalar arasında koşutluk kurduğu bazı noktaları dikkat çekebiliriz; Özgür iradeyle aşkı seçmenin iki yolu vardır, ya deneyimler vasıtasıyla iyi olanı keşfederiz ya da deneyimlenerek aktarılan büyük aşkların fikrini takip ederiz. Spinoza'nın Tractatus Thelogico Politicus'da doğrudan doğruya bu meseleyi olgunlaştırır; özgürlüğü hayata geçirmek imkansızdır, özellikle özgür olmaya ihtiyaç duyulmuyorsa. Genç filozof, 'sevmemek için, arzunun eksikliği yeterlidir ama arzuyu bilmemek kendini de bilmemektir' der çünkü ona göre; ' Bize zevk veren bir şey olmaksızın, ruhumuzun arzu ettiğimizle birleşmemesi imkansızdır'. Burada his tıpkı uzaktan bir canlının kokusunu duymak gibi soyut bir bağlayıcılık içeriyor.
Spinoza'nın biyografisinde ilişki ve aşkın şehveti hakkında çok şey bulamazsınız, onun metinlerinde alışveriş içinde olan erkekler vardır, sadakatsizlik ve yalnızlıkla birlikte arzu da metinlerine sızmıştır. Spinozacı bazı argümanların ortaya konuş biçimi şiir ya da romanın ortaya konuşuna benzer; arzu etmediğimiz şeyle karşılaşmak istemeyiz ve karşılaşmak istediğimiz şey arzumuza uygun olmasını isteriz. Arzunun yükselişi varlığı teyit eder, dolayısıyla aşk ve arzu, excessunt habere possunt'dur; herhangi bir arzu durumu kendimiz için iyi olanı bilmektir, etkinlik gücümüzle artışıdır.

Arzu, zevk ve hüzün, insanın tutkularını açığa çıkaran ve bir kuklacının kuklaları gibidir. Bu duygular, gölgeler kumpanyasında bitmez tükenmez ve çeşitli varyasyonlarla asla rastlantısal olmayan, ihtiyaçlarımızla ortaya çıkan durumları işaret eder. Kuklalar her seferinde büyük kuklacı tarafından kavranır, Conatus, hayatın kendi koruması içerisinde kişinin kendini korumasından ibarettir.


Spinoza'nın Etica'sı , esasında etiğin yerleştirilmesi deneyimidir; Spinoza, 'nefret asla iyi olamaz der', eğer nefrete değer verilmemiş olsaydı aşkın da değişebileceğini oradan anlayabiliriz. Madam de Beaumont'un Güzel ve çirkin adlı erotik masalında güzelliğin zamanla kötülüğü ve vahşeti nasıl yendiğini öğreniriz. Bu noktada, Sade'nin arzunun karşı konulamaz gücüyle Etica'nın özellilke üçüncü ve dördüncü bölümlerini karşılıklı okumak ilginç olabilirdi. Spinozyan fikrin Deus kavrayışı, aşka göre arka planda değil, bizatihi içindedir, bu geçişli ilişki Sade için küfür (tanrıya hakaret) olarak algılanırdı. Bu konuda Alexandre Matheron'un Spinoza'ya göre arzu kavramına odaklandığı tartışmaya bakmak da yeterince fikir verir.

Spinoza, Etika'nın üçüncü bölümünde filozof bakışını kıskançlık kavramına da yöneltir; Birisi, sevdiği kadını hayal ettiği anda bir başka hayal devreye girer ve insan kendini arzu ettiğini hayal etmeye zorladıkça utanç ve diğerinin nefreti de ortaya saçılır'' Yine Etika'da Spinoza, hazzın yitirildiği ve ardı ardına devam eden karşılaşmalarla hazzın hayali olarak üzüntüden bahseder. Burada aşık olunanın eksikliği ikincil durumdadır ve oirjinal olarak pişmanlığın, kıskançlığın topraklarında aşka dair melankolik tutumla diğerinin kötü olacağını hayal ederiz.


Spinoza gizemi sevmez, bazen yalnız kalmayı tercih eder bazen de çözümsüz kalıncaya kadar meseleyi tartışır. Sempati ve antipati üzerine konuşarak aşkın ve nefretin varlığını bir karşılaşma, ruhun ve bedenin inkarı olarak ele alır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder