Recommended Post Slide Out For Blogger

5 Ocak 2015 Pazartesi

Avrupa'da popüler sol; yeni bir İskandinav modeli mi ?

Yunanistan'da Syriza, İspanya'da Podemos (Yapabiliriz) hareketlerinin bu yıl yapılacak seçimleri kazanma ihtimali ortaya çıkmışken Paul Mason'un kaleme aldığı ve kendi deyimiyle 'popüler sol' deneyimine göz atmakta fayda var. Dünyadan çeviri'nin sunduğu yazıyla birlikte Ahmet Tonak'ın bugün sendika org'da yayınlanan ekonomik krize karşı Syriza'nın planının değerlendirildiği makale de meseleyi derinleştirmek isteyenler için tavsiye edilir. 


Yunanistan ve İspanya’da bu yıl popülist solun seçimlerde zafer kazanma ihtimali gerçekten var. Aslında öyle yüksek ki, 20. yüzyılın eski, popülist olmayan solundan ayakta kalabilenler, şimdiden kıyametin eli kulağında olduğu sonucuna vardılar. Sosyal medyada her yerde, Podemos ve Syriza kelimelerini arattığınızda, geleneksel soldan da en az sağdan gelenler kadar çok olumsuz değerlendirme bulabiliyorsunuz. Kendileri pek farkında olmasa da, bu aşırı solcu grupların dertli öfkeleri Avrupa politikasında büyük ve gerçek bir şeyin olduğunun sinyali. Bana göre yeni bir sosyal demokrasi formu doğuyor gibi. Ve bu, 20. yüzyılda İşçi Partisi’ne ve onun sosyalist varyantlarına yol gösterenlerden çok farklı bir öncelikler dizisine sahip bir sosyal demokrasi.
Bunun için bir terim Bloomberg muhabiri Joe Wiesenthal tarafından icat edildi: “Tsiglesias” – Syriza lideri Alexis Tsipras (fotoğrafta sağda)  ile Podemos lideri Pablo Iglesias’ın adlarının birleşiminden oluşturulmuş bir kelime. Peki, Tsiglesias gerçekte neye denk düşüyor? İktidara geldiğinde ne yapacak? Ve başarılı olursa, Avrupa çapında yaygınlaşabilir bir model mi?
Iglesias’ın partisi 18 ay öncesine kadar yoktu; 1970’ler yeni solunun daha geleneksel bir ürünü olan Syriza, iktidara gelme olasılığı belirince, hem politikaları hem de yapısı itibariyle hızlı bir evrim yaşadı. Fakat manifestolarına baktığınızda, Avrupa parlamentosundaki 52 sandalyelik grubu Ukip’inkinden dört üye daha fazla olan Avrupa solunun 2014 Avrupa seçim programı çerçevesinde şekillendiğini görebilirsiniz.
Borç yeniden yapılandırması
Ekonomi politikasının merkezinde borç yeniden yapılandırması yer alıyor: Avrupa’daki çevre ülkelerin çoğunun yüz yüze olduğu borç azaltmanın ölçeğinin çok büyük olduğu, öyle ki bir nesil boyunca büyümeyi bastıracağı görüşü. Kemer sıkma politikalarının tersine çevrilmesi, bir miktar mali genişleme ve özelleştirme programlarının geri çevrilmesi veya sonlandırılması, ana listeyi tamamlıyor. Bu önermeler Avro bölgesi prensiplerine ve kurallarına ters olmasına rağmen, yeni sol popülist partilerin neredeyse hiçbiri Avro bölgesinden ayrılmak istemiyor. Bunun yerine, Avrupa Merkez Bankası’nın, tüketimi canlandırmak ve borç aflarını yönetmek için parasal gevşeme politikaları kullanarak borç konusunda gerçek son başvuru noktası haline gelmesini öneriyorlar.
Yani yeni sol partiler, Avrupa’nın, yüksek bir refah devleti ile, Keynesçi bir mali birlik haline gelmesini istiyorlar. Statüko bu değil ama bu, ekonomi departmanlarını dolduran profesörlerin, 1968’de sokaklardayken hayalini kurdukları şey de değil.
Serbest piyasa yorumcularının, Yunanistan’da Syriza’nın veya sonrasında yine bu yılİspanya’da Sosyalist-Podemos koalisyonunun iktidara gelmesi olasılığına sanki kıyamet kopacakmış gibi verdikleri tepki, yanıtı Avro periferisini olduğu kadar Britanya’daki politikayı da şekillendirebilecek ilginç bir soruyu öne çıkarıyor. Kamusal mülkiyete ve açık yaratan büyümeye adanmış bir Keynesçi refah devleti, Avrupa Birliği’nde mümkün mü veya izin verilebilir mi?
Şimdiye kadar, AB karşıtlığına yön veren şey çoğunlukla çeşitli AB ülkelerindeki muhafazakâr seçmenlerin sağ için önemli olan meselelerde kontrolü geri alma arzusu olmuştu: göç, iş dünyasına yönelik düzenlemeler, suç, tarım ve dış politika. Geleneksel sosyal demokratlar arasında AB projesine çok zayıf bir muhalefet olmuştu.
Yunanistan ve İspanya’dan örnek almak
Fakat Yunanistan’ın ve İspanya’nın seçim mantığı bunu değiştirmek üzere olabilir. Bir ay içinde, Tsipras Yunanistan başbakanı olmak için yarı yarıya şanslı gibi görünüyor. Frankfurt ve Washington ile borç indirimi konusunda uzun süreli bir müzakereye hazır olsa da, Yunanistan’ın kreditörleri tarafından empoze edilen kemer sıkma tedbirlerini daha ilk günden iptal etmeyi vaat etti.
Sonrasında Avrupa Merkez Bankası, komisyon ve muhtemelen Yunan devletinin bazı kesimleriyle bir çatışma, son derece olası. Ve sonuç Avrupa tarafından yakından izlenecek. Çünkü temel Keynesçilik ve genişletilmiş bir refah devleti izin verilebilir değilse ve Avrupa kurumlarının bunları sabote etme girişimlerinde aktif şekilde yer aldığı görülürse, bunu AB konusunda merkez solda bir algı değişimi izleyebilir.
Yeni Avrupa solunun programını incelerseniz, büyük kısmının ekonomik olmadığını görürsünüz. 2011’in Öfkeliler hareketinden binlerce genç aktivisti saflarına kazanan Podemos, manifestosunu protesto karşıtı yasaları feshetme, kürtaj hakkı ve İspanya’da bölgelerin bağımsızlığı gibi taleplerle şekillendirdi. Syriza’nın 2012 programı, kemer sıkma politikalarının yanı sıra, uyuşturucunun suç olmaktan çıkarılması, polisin silahsızlandırılması, NATO’dan çıkma ve Filistin’in tanınmasını vurguluyordu.
2011-2012’de Avrupa çapında gençliği radikalleştiren ve o zamandan beri sayısız protesto hareketine yön göstermeye devam eden ilkeler, sık sık tekrarlanan bir ifadeyle şöyle özetlendi: “Bir ekonomide yaşamak istemiyorum.”
Bolşevizm’in ana akım sosyal demokrasi ile ortak tek yönü, ekonomik programları ile tanımlanmalarıydı. Yeni popülist sol, sosyal adaletin, son 25 yılda yaratılan yüksek oranda piyasalaşmış, küreselleşmiş ve granüler ekonomide, küçük ölçekte ve aşağıdan başladığı kabulünden başladı. Mahrum bırakılmış ve tarumar edilmiş topluluklara tekrar temsil yetkisi sağlamak ve halklara yeniden otonomi kazandırmakla, en az, çeşitli ekonomik tedbirlere karşı yüzdelik puanlar sağlamakla olduğu kadar ilgili.
Gençlerin akın akın yeni sol partilere yönelmesinin sebebi ise, devletin özel hayatlarından çıkması ve uzak durması gerektiği.
Evde işler nasıl?
Britanya’da, tek adam türbülansı Russell Brand’in ötesinde, bu meselelerin önemini anlayan tek politik güç, İskoç referandumundaki Radikal Bağımsızlık Kampanyası idi. İskoçya’nın “İskandinavya’nın sıcak güneyi” olması gerektiği fikrini savundu. Ve bu fikri ele aldığınızda, Podemos ve Syriza’nın gerçekten yapmaya çalıştığının İskandinav modelini Ege ve Akdeniz’e taşımak olduğunu görürsünüz. Ancak sorun şu ki, neoliberal bir dünyada, en temel refah devleti bile devrimci görünebiliyor. Serbest piyasa kapitalizminin ayakta kalmasına yönelik birçok projeksiyon, daha büyük bir eşitsizlik, daha küçük bir kamu sektörü ve daha düşük ücretli bir işgücünü içeriyor.
O zaman, Yunanistan’da veya İspanya’daki bir sol popülist iktidarın AB egemenleri ve yerel elitlerle çatışma konusunun, uzatmalı bir borç yeniden yapılandırması süreci değil; polisin silahsızlandırılması, kürtaj, işgücü piyasasının yeniden regüle edilmesi veya her iki ülkenin sınırlarına akın yapan yasadışı göçmenlere yönelik temel insani çözümler sağlanması gibi “İskandinav tarzı” meseleler olması daha muhtemel. On yıldan fazla süredir, radikal göstericiler, “Başka bir Dünya Mümkün” yazılı pankartlar taşıyorlar. Bu yıl bu başka dünyanın bir aşamasının neye benzediğini görebiliriz. Bunun AB kurumları ve bunları yöneten elitler için yarattığı sorun varoluşsal: Başka bir strateji (bırakın mümkün olmayı) tolere bile edilebilir mi?
Yanıt 2015’i daha geniş itibarla Avrupa solu için kritik bir yıl haline getirecek. Avrupa sosyal demokrasisinin 2008 sonrası bütün bir kriz ve düşüşü, kemer sıkmaya alternatif olmadığı görüşünden kaynaklandı. Ed MilibandFrancois Hollande ve hatta Jim Murphygibi politikacılar için, odaklanmaları gereken şey Syriza’nın kaderi değil, kendi kardeş sosyal demokrat partilerinin kaderi: Yunanistan’da Pasok şu an yüzde 4,6 seviyesinde. İki yıl önce iktidardaydı. Ancak Avrupa’daki yeni popülist sol deneyimsiz, nahif ve parti disiplininden yoksun olmasına rağmen gündemi belirliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder