Recommended Post Slide Out For Blogger

5 Ocak 2015 Pazartesi

Cizîrê Kantonu'nda dokuz gün; bir devrime tanık olmak

ABD'li yazar Janet Biehl, Rojava'daki kanton deneyimine yerinde izleyip notlarını paylaşmış. 'Modası geçmiş  devlet aygıtından' uzakta Cizîrê Kantonu'nda dokuz gün geçiren Biehl'in deneyimlerini aktarıyorum 


Bir - dokuz aralık tarihinden itibaren Avusturya, Almanya, Norveç, Türkiye, İngiltere ve ABD’den akademisyenlerin oluşturduğu bir heyetin parçası olarak Rojava’yı ziyaret etme ayrıcalığına sahip oldum. 29 Kasım’da Güney Kürdistan’ın başkenti Hewlêr’de (Erbil) bir araya geldik ve ertesi gün Bölgesel Kürt Hükümeti (KRG) olarak da bilinen petro-devlet ile onun petrol politikası, patronaj politikası, çekişmeli partileri (KDP ve YNK) ve Dubai’ye öykünme gibi belirgin  istekleri hakkında bilgi edinerek geçirdik. Kısa sürede yeterince bilgi edinmiştik ve pazartesi sabahı (1 Aralık) nihayet Suriye sınırını geçip kuzey Suriye’nin nüfusun büyük çoğunluğu Kürt olan özerk bölgesi Rojava’ya girdiğimiz Dicle’ye doğru yola çıktık. Dicle nehri kanalı dardı fakat en kıyısında karşılaştığımız toplum Kürt Bölgesel Yönetimi’nden daha farklı olamazdı diye düşünüyordum. Aksine Rojava’da toplumsal ve siyasal devrimin ruhu havada dolaşıyordu. Karaya ayak bastığımızda asayiş veya devrimin sivil güvenlik güçleri tarafından karşılandık. Polis devlete, kendileri ise topluma hizmet ettiğinden asayiş, etiketli polisi reddediyor.
Cizîrê kantonunda dokuz gün
Sonraki dokuz gün boyunca, bizler modası geçmiş devletin tümden diskalifiye edildiği Rojava’nın devrimsel özyönetimini keşfetmekteydik (dikkatlerimizi dağıtacak hiçbir internet erişimi yoktu). Heyetimizin iki organizatörü Dilar Dirik (Cambridge Üniversitesi’nde yetenekli bir doktora öğrencisi) ve Devriş Çimen (Almanya’da Halk Bilgilendirme Kürt Merkezi Civaka Azad’ın Başkanı), bizleri çeşitli devrimci kurumların oluşturduğu yoğun bir geziye götürdüler. Rojava coğrafik olarak komşu olmayan üç kantondan oluşuyor; bizler batıda özellikle Kobanê’de İslam Devleti (IŞİD) ile devam etmekte olan savaş nedeniyle sadece en doğudaki Cezire (Cizîrê) kantonunu görebilecektik. Fakat her yerde sıcak karşılandık.
Rojava’nın Üçüncü Yol’u
Öncelikle Dışişleri Bakanı Amine Ossi, devrimin tarihini bize anlattı. Tek-partili bir sistem yönetimi olan Baas rejimi, çok uzun süre tüm Suriyelilerin Arap olduğunda ısrar etmiş ve ülkenin dört milyon Kürdünü kimliklerini bastırarak ve karşı çıkanları vatandaşlıktan çıkararak “Araplaştırma”ya çalışmıştı. Tunus ve Mısırlı muhalif grupların ayaklanmalara girişmesinden sonra, 2011 yılında ‘Arap Baharı’ sırasında, Suriyeli isyancılar da iç savaşı başlatarak ayağa kalktılar. 2012 yazında rejimin otoritesi, onun yetkililerini şiddetsiz yöntemlerle ikna etmede olan Kürtlerin çok az sorun yaşadığı Rojava’da çöktü.
Rojavalılar (onları böyle adlandıracağım çünkü çoğunluğu Kürtlerden oluşmakta iken burada aynı zamanda Araplar, Süryaniler, Çeçenler ve diğerleri de var) daha sonra ya kendilerine zulüm eden rejim ile ya da çoğu İslami olan silahlı muhalif gruplar ile ittifak yapma seçimi ile karşı karşıya kaldılar.
Nispeten seküler olan Rojava Kürtleri, her iki tarafı reddetti ve bunun yerine Kürt sorunu, devrimin doğası ve ulus-devlete ve kapitalizme karşı alternatif moderniteyi yeniden ele alan tutuklu Kürt lider Abdullah Öcalan’ın fikirlerine dayanan Üçüncü Yol’a yönelmeye karar verdi.
Başlangıçta, onun (A.Öcalan) önderliğinde, Kürtler bir devlet için savaştı, ancak on yılı aşkın bir süre önce yine onun liderliğinde hedefleri değişmeye başladı: onlar şimdi bir baskı kaynağı olarak devleti reddediyorlar ve bunun yerine halk demokrasisi için, özyönetim için mücadele veriyorlar. Tarih, felsefe, siyaset ve antropoloji kaynaklarından yararlanarak Öcalan, aşağıdan yukarıya demokrasi, cinsiyet eşitliği, ekoloji ve kooperatif ekonominin kapsamlı programının adı olarak Demokratik Konfederalizm’i önerdi. Kurumlarda bu ilkelerin -sadece demokratik özyönetim değil aynı zamanda ekonomi, eğitim, sağlık ve cinsiyetin- uygulanması Demokratik Özerklik olarak adlandırılır.
Bir kadın devrimi
Onların Üçüncü Yol’u altında, Rojava’nın üç kantonu Demokratik Özerklik ilan etti ve resmi olarak bir “toplumsal sözleşme” kurdu (“anayasa” yerine kullanılan devletçi olmayan versiyon). Bu program kapsamında, herkesin katılabileceği ve gücü aşağıdan yukarıya yükselen, alttan başlayıp seçilmiş milletvekillerinden şehir ve kanton seviyelerine varan (her biri birkaç yüz haneyi içeren) semt komün meclisleri merkezli halk özyönetimi sistemini oluşturdular.
Heyetimiz Qamişlo’yu ziyaret ettiğinde (Cizîrê kantonunun en büyük kenti), elektrik, kadınlar, çatışmanın çözümü ve şehit ailelerine ilişkin hususların tartışıldığı yerel halkın meclis toplantısına katıldık. Erkek ve kadınlar birlikte katılmıştı ve birlikte oturuyorlardı. Qamişlo’nun başka bir yerinde, kendi cinsiyetlerine özgü sorunları ele alan bir kadın meclisine tanık olduk.
Cinsiyet, insan özgürleşmesi içinde bu projede özel önem taşımaktadır. Hızlı bir şekilde fark ettik ki Rojava Devrimi temelde bir kadın devrimidir. Dünyanın bu kısmı, aşırı ataerkil baskıya geleneksel ev sahipliği yapmaktadır: kadın doğmak şiddet, istismar, çocuk yaşta evlilik, namus cinayetleri, çok eşlilik ve daha fazlası için risk altında olmaktır.
Fakat bugün Rojavalı kadınlar bu geleneği sarsmış ve kamusal yaşama tümden katılımı gerçekleştirmiştir: siyaset ve toplumun her düzeyinde. Kurumsal liderlik, cinsiyet eşitliği adına ve aynı zamanda tek kişide yoğunlaşan iktidar anlayışına karşı bir erkek ve bir kadın yetkili olmak üzere bir değil, iki konumdan oluşuyor.
Kadın gruplarının şemsiye örgütü Yekîtiya Star temsilcileri, kadınların demokrasi için esas olduğunu açıkladı; hatta çarpıcı bir şekilde kadın özgürlüğündeki engeli ataerkillik değil, ulus-devlet ve kapitalist modernite olarak tanımladılar. Kadın devrimi herkesi özgürleştirmeyi amaçlamaktadır. Geçtiğimiz yüzyılın Marksist-Leninist devrimlerinin sahibi nasıl ki proletarya idi, bu devrimin sahibi de kadınlardır. Devrim sadece kadınların statüsünü değil, aynı zamanda toplumun her yönünü derinden değiştirdi.
Ordu gibi toplumun geleneksel olarak erkek egemen halkaları bile derinlemesine dönüştürülmüştür. İmajı şu anda dünya çapında ünlü hale gelmiş Kürt Kadın Savunma Birlikleri (YPJ), Halk Savunma Birlikleri’ne (YPG) dahil olmuştur. Birlikte, YPG ve YPJ kalaşnikoflarla IŞİD ve El-Nusra ve diğer cihatçı güçlere karşı toplumu savunuyorlar; ve bu zorlu koşullarda eşit derecede ateşli bir entellektüel ve duygusal bağlılık ile sadece kendi toplumlarının hayatta kalması için değil aynı zamanda toplumun siyasi fikirleri ve hedeflerini de savunuyorlar.
YPJ’nin bir toplantısını ziyaret ettiğimizde, bize savaşçıların eğitiminin sadece silah gibi pratik konularda olmadığı aynı zamanda Demokratik Özerklik konusunu da kapsadığı söylendi. Her fırsatta “Bizler fikirlerimiz için mücadele ediyoruz”u vurguladılar. Bizimle görüşen kadınların ikisi savaşta yaralanmıştı. Biri serum torbası ile, diğeri metal bir koltuk değneği ile oturuyordu; her ikisi de acı içindeydi fakat oturumumuza katılmak üzere dayanıklılık ve özdisiplin taşıyorlardı.
İşbirliği ve eğitim
YPJ’lilerin bize anlattığı üzere, Rojavalıların mücadelesi toplumlarının hayatta kalması içindir fakat hepsinden önemlisi kendi fikirleri içindir. Onlar hatta demokrasinin başarılı bir şekilde uygulanmasını etnik kökenin üzerine koymuştur. Onların uygulamada etnik azınlıkları (Araplar, Çeçenler, Süryaniler) ve dinleri (Müslümanlar, Hıristiyanlar, Êzîdiler) dahil eden ve Demokratik Özerkliği teyit eden sosyal sözleşmesi, kendi iradeleri dışında diğerlerine bir şeyi empoze etmeden ve herkese açık kapı bırakarak azınlıkları dahil etmeye çabaladığı görülüyor.
Heyetimiz bir grup Süryani’ye, Demokratik Özerklik ile yaşadıkları zorlukları anlatmalarını istediğinde, hiç bir zorluk yaşamadıklarını söylediler. Muhtemelen biz dokuz gün içinde Rojava’yı tüm sorunları ile ele alamazdık fakat  görebildiğim kadarıyla Rojava en azından çok fazla fanatizm ve baskıya tanık olan dünyanın bir parçasında model olarak hoşgörü ve çoğulculuğu hedeflemektedir ve ne ölçüde başarılı olursa olsun, övgüyü hak etmektedir.
Rojava’nın ekonomik modeli “siyasal modeli gibi aynıdır” dedi Derik’te bir ekonomi danışmanı: bir “topluluk ekonomisi” oluşturmak, tüm sektörlerde kooperatifler inşaa etmek ve insanları fikren eğitmek…Danışman, Rojava’nın kaynaklarının yüzde 70’inin savaşa aktarılmak zorunda olmasına rağmen, ekonominin hala herkesin temel ihtiyaçlarını karşılamayı başardığını memnuniyetle dile getirdi.
Onlar kendi kendine yeterlilik için çabalıyorlar çünkü zorundalar: Rojava’nın bir ambargo altında olduğu çok önemli bir gerçek. Tüm Kürt projesinin ortadan kalktığını görmek isteyen kuzeyindeki yakın komşusu Türkiye’ye ne ihracatta bulunabiliyor, ne de oradan mal ithal edebiliyor.
Siyasi gelişmelerin ardından Güney Kürdistan-Rojava ticareti şu anda gerçekleşiyor olmasına rağmen, etnik yakınlarının kontrolü altındaki fakat ekonomik olarak Türkiye’ye bağlı Kürdistan Bölgesel Hükümeti bile, bu ambargoyu izlemektedir. Fakat ülke hala kaynaklara sahip değildir. Bu onların azmini kırmıyor: “Eğer sadece ekmek varsa, o zaman hepimiz bir parçasını bölüşürüz” dedi danışman.
Biz ekonomi akademisi ile ekonomik kooperatifleri de ziyaret ettik: Derik’te savunma güçleri için üniforma yapan bir dikiş kooperatifi, salatalık ve domates yetiştiren bir sera kooperatifi, Rimelan’da yeni bir mandıranın yapım aşamasında olduğu bir süt kooperatifi…
Kürt alanları Suriye’nin en bereketli, bol buğday tedariğinin evi olduğu bölgelerdir.
Fakat Baas rejimi kasten hammadde kaynağı olan alanı sanayileştirmekten kaçındı. Dolayısıyla buğday ekiliyor fakat öğütülerek un haline getirilemiyordu. Devriminden bu yana yerel malzemelerden doğaçlama inşa edilmiş bir değirmeni ziyaret ettik. Bu değirmen şu anda sakinleri günde üç somun ekmek edinen Cizîrê’de tüketilen ekmeği sağlıyor.
Benzer şekilde Cizîrê, çoğu Rimelan alanında olmak üzere birkaç bin petrol kulesiyle Suriye petrolünün ana kaynağıydı. Fakat Baas rejimi, petrolün Suriye’nin başka rafinerilerine taşınmasını zorlayarak, Rojava’nın tek bir rafineriye sahip olmamasını garantiledi. Fakat devrimden bu yana, Rojavalıların çoğunlukla kantondaki jeneratörlere dizel sağlamak için kullanılan iki yeni doğaçlama petrol rafinerileri var. Yerel petrol endüstrisi, böyle denilebilirse, sadece yerel ihtiyaçlara yettiği kadar üretiyor, daha fazlası için değil.
Bir “kendi başına yap” devrimi
Kanton genelinde doğaçlamanın seviyesi dikkat çekiciydi. Rojava’yı ne kadar çok gezdiysek, o kadar çok devrimin yerel yaratıcılık üzerindeki güven ve eldeki kıt malzemeler ile “kendi başına yap” doğasına hayran kaldım. Tabi bu durum Rimelan’daki kadın akademisi ve Qamişlo’daki Mezopotamya Akademisi gibi çeşitli akademileri ziyaret edene kadar öyle değildi; bir bütün olarak buradaki yeni sistem ile bütünleşilmiş olduğunu fark ettim.
Rojava’da hiyerarşi, iktidar ve hegemonya fikirlerini reddeden eğitim sistemi geleneksel değil. Bir öğretmen-öğrenci hiyerarşisini takip etmektense, öğrenciler birbirlerine öğretiyor ve birbirlerinin deneyimlerinden öğreniyorlar. Bize söylendiği kadarıyla öğrenciler, pratik konularda yararlı olanı öğreniyorlar; düşünsel konularda da “anlamı araştırıyorlar”Ezberlemiyorlar; kendi hayatlarının öznesi olmak için kendileri adına düşünmek ve kararlar almaya yönelik öğreniyorlar. Yetkinleşmek ve Demokratik Özerkliğe katılmak için öğreniyorlar.
Batılı gözlere Orwellci bir şey önerebilen Abdullah Öcalan görüntüleri her yerde: endoktrinasyon, dizleri titreten inanç… Fakat bu görüntüleri bu şekilde yorumlamak durumun özünü tamamen kaçırmak olur. Biri bize Öcalan’ın “Kimse size haklarınızı vermeyecektir, onları elde etmek için mücadele etmek zorundasınız” şeklindeki sözlerini aktardı.
Ve bu mücadeleyi yürütmek için, Rojavalılar hem kendilerini hem de toplumu eğitmeleri gerektiğini biliyorlar. Öcalan onlara bir dizi ilke olarak Demokratik Konfederalizmi öğretti. Onların rolü bunu Demokratik Özerklik’te nasıl uygulayacaklarını yoğunlaşmaya ve böylece kendilerini yetkinleştirmeye yönelik olmuş.
Kürtlerin tarihsel olarak birkaç dostu var. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu’yu bölüşen Lozan Antlaşması tarafından yok sayıldılar. Geçtiğimiz yüzyılın büyük bölümünde Türkiye, Suriye, İran ve Irak’ta azınlık olarak yaşamaya maruz bırakıldılar. Dili ve kültürleri bastırılmış, kimlikleri inkar edilmiş ve insan hakları reddedilmiştir.
Onlar, Türkiye’nin Kürt konularında borusunu öttürmekte izinli olduğu NATO’nun yanlış tarafındalar. Uzun süre ötekileştirilmişlerdir ve işkence, sürgün ve savaşı içeren bu deneyim zalimane olmuştur. Fakat bu durum aynı zamanda onlara güç ve aklın bağımsızlığını vermiştir. Öcalan onlara haysiyet ve kendine saygıyı veren bir şekilde, kendi varlıklarının şartlarını nasıl yeniden konumlandırabileceklerini öğretti.
Eğitimli bir halk tarafından gerçekleştirilen bu “kendi başına yap” devrimi, komşuları tarafından ambargo edilmekte ve devrim dişini tırnağına katarak güç bela devam ediyor. Bu her şeye rağmen insan umudunu ileriye taşıyan bir gayret. Yirminci yüzyılın ardından, birçok kişi insan doğası hakkında kötü sonuçlara varmıştır ancak yirmi birinci yüzyılda Rojavalılar insanın kapasitesine dair yeni bir standart oluşturuyorlar. Umudun hızlı kaybedildiği bir dünyada, onlar bir fener gibi parlıyorlar.
İnsanlığa biraz inancı olan, iyi dilekleri ile devrimlerinde Rojavalıların yanında olmalı ve devrimin başarılı olması için elinden ne geliyorsa yapmalı. Kendi hükümetlerinden, Kürtlere ve Demokratik Özerkliğe yönelik Türkiye’nin retçi uluslararası politikasını sürdürmesine izin vermeyi durdurmalarını talep etmelidirler. Rojava’ya karşı ambargonun sona erdirilmesini talep etmelidirler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder