Recommended Post Slide Out For Blogger

4 Kasım 2014 Salı

Kobane; Ankara, Erbil, Washington üçgeninde acımasız bir oyun sahası




 Asia Times yazarı Pepe Escobar, Kobane'deki doğrudandemokrasi deneyiminin ne anlama geldiğini yazarken, IŞİD saldırılarını, 'sultan' olarak adlandırdığı Erdoğan'ın, Iraklı Kürtlerin ve de ABD'nin siyasal pozisyonuna da değiniyor. Escobar'a göre; 'İştar'ın (Zalimlere karşı çıkan tanrıça) halifenin ordusuna karşı verdiği mücadele onları çıldırtmaya tek başına yetse de stratejik önemi olmayan Kobane'nin düşmesi cihatçılar için Türkiye sınırında üs sahibi olma dışında anlamı yok.' Yazara göre Rojava deneyimi Washington, Erbil ve Ankara arasında acımasız bir oyunun parçası, uzun vadede hiçbir küresel aktör bu deneyimin yaşamasını istemez. Escobar'ın yazısını alternatif siyaset haber sitesi çevirmiş, paylaşıyorum.


Suriyeli Kürtlerin IŞİD’e karşı ümitsizce savaş verdiği Kobane’nin kadınlarına dikkat edin. Onlar ABD, Türkiye ve Irak Kürdistan’ı hükümetinin ihanetçi ajandalarına karşı da savaşıyorlar. Soru şu; kim galip gelecek?

Rojava üzerine konuşmakla başlayalım. Rojava’nın – kuzey Suriye’nin Kürt nüfusunun en yoğun olduğu üç bölgesi – tam olarak ne anlam ifade ettiği, cezaevindeki aktivist Kenan Kırkaya tarafından yazılan şu makalede aktarılıyor. Bu makalede Kırkaya, Rojava’nın “Kürtler veya Suriyeliler ya da Kürdistan için bölgesel anlamının çok ötesinde, kapitalist ulus devlet sisteminin hegemonyasına meydan okuyan devrimci bir modele ev sahipliği yaptığını” savunuyor.

Bir tarım bölgesi olan Kobane, Şam ile Rojava arasındaki bir anlaşmanın (“bize karşı rejim değişimi çabalarının parçası olmayın, biz de sizi rahat bırakalım”) mümkün kıldığı, demokrasi konusundaki bu şiddetsiz deneyin merkez üssü konumunda. Rojava’da, çok kültürlü ve çok dinli halk meclisleri üzerinden karar alınıyor. Her bir yereldeki üst düzey üç yetkili bir Kürt, bir Arap ve bir Asuri veya Ermeni Hıristiyan’dan oluşuyor; bunlardan en az birinin kadın olması zorunlu. Kürt olmayan azınlıkların kendi kurumları var ve kendi dillerini konuşuyorlar.

Pek çok kadın ve gençlik meclisi arasında, giderek daha da ün kazanan feminist bir ordu da var: YJA Star milisleri (Özgür Kadınlar Birliği, star ise Mezopotamya tanrıçası İştar’ı temsil ediyor). Sembolizm bundan daha güçlü olamazdı; düşünün, İştar (Mezopotamya) güçleri, bugün zalim bir Halifeye dönüşmüş olan IŞİD, yani İngilizce yazımı ile ISIS aslında bir Mısır tanrıçasına karşı  savaşıyor. Ana akım Batı medyası tarafından yayınlanan az sayıdaki makaleden birinde belirtildiği gibi, 1936’da İspanya’da faşizme karşı savaşan Uluslararası Tugaylar ile Rojava’da olanlar arasında epeyce kesişim noktası olması kaçınılmaz.


Çok derin bir tahammülsüzlüğe sahip Vahabileri (ve onların güçlü Körfez petro-dolar destekçilerini) delirtmeye bunlar da yetmiyorsa eğer, bir de genel politik manzara var.
 Rojava’daki mücadele, Ankara ile 1970’lerden beri savaşta olan Marksist gerilla hareketi PKK’nin Suriye kolu PYD tarafından yürütülüyor. Washington, Brüksel ve NATO, Türk devletinin aralıksız basıncı altında, hem PYD’yi hem de PKK’yi resmi olarak daima “terör örgütü” olarak değerlendirdiler.

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın mutlaka okunması gereken kitabı Demokratik Konfederalizm dikkatli şekilde incelenirse, bu terörist/Stalinist eşitlemesinin ne kadar boş olduğu ortaya çıkar. PKK ve PYD, “özgürlükçü yerel yönetim” için mücadele ediyorlar. Aslında, Rojava’da yapılmaya çalışılan tam da bu; konseyler, halk meclisleri, işçi denetimli kooperatifler üzerinden doğrudan demokrasiyi hayata geçiren ve halk milislerince korunan özyönetimli topluluklar. Rojava’nın, nihai hedefi ulus devleti aşmak olan dünya çapında bir kooperatif ekonomisi/demokrasi hareketinin keşif kolu olarak görülmesinin sebebi bu.

Bu deneyimin kuzey Suriye’de siyasi olarak hayata geçirilmesinin dışında; askeri açıdan da, Sincar Dağı’nda IŞİD tarafından kuşatılan on binlerce Ezidi’yi kurtarmayı başaranlar da aslında PKK ve PYD, zannedildiği gibi Amerikan bombaları değil. Ve şimdi, PYD Eş Başkanı Asya Abdullah’ın söylediği gibi, Kobane’nin Halife İbrahim’in kiralık katillerince kuşatılmasını kırmak için ihtiyaç duyulan şey bir “koridor”.

Sultan Erdoğan’ın iktidar oyunu
Öte yandan Ankara, “komşularla bitmez sorun” şeklindeki politikasında kararlı görünüyor.
 Türk Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’a göre, “IŞİD’in ana düşmanı Suriye rejimi”. Ve “komşularla sıfır sorun” politikasının mucidi olan Başbakan Davutoğlu, Kobane’ye karadan desteği ancak Washington bir Esad sonrası plan sunarsa kabul edeceklerini kerelerce tekrarladı. Ve bir de herkesin üzerinde olan karakter var; Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ya da Sultan Erdoğan.

Sultan Erdoğan’ın koşulları çok iyi biliniyor. Suriye Kürtleri Şam’a karşı bu sefil uydurmacanın, yeniden oluşturulmuş (ve Suudi Arabistan’da eğitilecek) Özgür Suriye Ordusu’nun komutası altında savaşmalı; özerkliği kafalarından tamamen atmalılar; Türkiye’nin Washington’dan istediği Suriye üzerinde uçuşa yasak bölge ve ayrıca Suriye sınırında da “güvenli” sınır bölgesi oluşturulması talebini uysal biçimde kabul etmeliler. PYD ve Washington’un bu talepleri reddetmesi şaşırtıcı değil.

Sultan Erdoğan, PKK ile devam eden barış sürecini kendisinin güçlü olduğu bir pozisyondan yeniden kurmak istiyor. Şimdiye kadar verdiği tek ödün, Irak Kürt Peşmergesinin PYD-PKK milislerine karşı bir denge unsuru olarak (ve dolayısıyla Türkiye karşıtı bir Kürt ekseninin güçlenmesini engellemek üzere) kuzey Suriye’ye girmesine izin vermek oldu.
Öte yandan Sultan Erdoğan biliyor ki IŞİD 1000 Türk pasaportlu savaşçıya sahip. Diğer kabusu ise Suriye-Irak’taki bu zehirli mayanın er ya da geç Türk sınırlarını geçmesi.

Halife İbrahim’in paralı askerleri, Kobane’deki tüm sivil nüfusu katletme ve/veya köleleştirme niyetlerini halihazırda beyan etmiş durumdalar. Üstelik bu kent IŞİD açısından hiçbir stratejik öneme sahip olmamasına rağmen (geçtiğimiz hafta ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin söylediği de bu; ancak sonrasında tahmin edilebileceği gibi lafından döndü). Bu son derece ikna edici PYD komutanı ise IŞİD tehdidinin gayet iyi farkında.

Kobane, Suriye Arap Ordusu’nun bir ikmal havaalanının bulunduğu Deyrezzor’a veya Suriye Arap Ordusu’nun yardım ettiği Kürtlerin kontrolündeki petrol yataklarına sahip Haseke’ye kıyasla önemsiz kalan bir şehir. Kobane’de ne havaalanı ne de petrol yatakları var.

Öte yandan, Kobane’nin düşmesi Halife’nin paralı çeteleri için son derece önemli bir reklam olacak. Türk sınırına çok yakın somut bir üs oluşturmanın yanı sıra, özellikle de yeni, müstakbel, AB pasaportu sahibi katılımlar açısından kazanan bir ordu algısını güçlendirerek.

Esas olarak Sultan Erdoğan’ın yaptığı, aslında (kısa vadede) IŞİD’e serbest geçiş sağlarken hem Şam’la (uzun vadede) hem de Kürtlerle (orta vadede) savaşmak. Ve yine, Türk gazeteci Fehim Taştekin’in söylediği gibi, aman da ne demokratik Suudi Arabistan’da aslında var olmayan “ılımlı” Suriyeli isyancıları eğitmek, yalnızca Türkiye’nin Pakistanlaşmasına hizmet edecektir. Yine ve yeniden, 1980’lerin Afgan cihadında oynanan senaryonun bir remiksi.

Türkiye için işler zaten yeterince kötü değilmiş gibi, Washington, “terör” dogmasını tersine çevirerek şu an PYD ile bir dostluk anlaşması sürdürüyor. Ve bu Sultan Erdoğan için ekstradan baş ağrısı demek.

Washington ile PYD arasındaki bu karşılıklı anlaşma herkesin malumu. Fiili gerçekler bunu açıkça ortaya koyuyor; daha fazla ABD bombardımanı, daha fazla ABD havadan yardımı (bazıları yanlışlıkla Halife’nin paralı çetelerinin eline düşüyor).

Kilit önemde olan bir faktör gözardı edilmemeli. PYD Washington tarafından şöyle ya da böyle tanınır tanınmaz, PYD başkanı Salih Müslim, Kürdistan Bölgesel Yönetimi KRG’nin dümenci lideri Mesud Barzani ile görüşmeye gitti. İşte o zaman PYD, Barzani’nin peşmergeleri ile Rojava’nın yönetiminde “güç paylaşımı” yapacağını vaat etti.

Kobane’yi terk etmek ve Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan ve ayrıca PYD’yi destekleyen Suriye Kürtleri, Suriye’ye dönemiyorlar; ancak Irak Kürtleri gidip gelebiliyorlar. Bu üçkağıtçı anlaşmayı kabul ettiren, KRG’nin istihbarat şefi Lahur Talabani. KRG’nin Ankara ile arası çok iyi.

Bu Erdoğan’ın çevirdiği dolabı daha da belirgin hale getirdi; PKK’nin düşmanı olan peşmergelerin IŞİD’e karşı ön safta olmasını ve PYD/PKK ittifakının altını oymasını istiyor. Bir kez daha, Türkiye Kürdü Kürde kırdırıyor.

Washington kendi hesabına, IŞİD’e karşı Haçlı Seferi’ni meşrulaştırmak adına Kobane’yi manipüle ediyor (“insani müdahale”). Bütün bu işlerin Washington’un uydurma, hayalet Horasan grubunun yeni bir 11 Eylül hazırlığı içinde olduğuna dair iddiaları ortaya salmasından sonra başladığı unutulmamalı. Horasan, tahmin edileceği üzere, gündemden tamamen silindi.

Uzun vadede, Amerikan güç oyunu Rojava’daki doğrudan demokrasi deneyi (ki Washington bunu – Allah korusun! – “komünizmin geri dönüşü”nden başka bir şekilde yorumlayamaz) için ciddi bir tehdit.

Dolayısıyla Kobani; Washington, Ankara ve Erbil tarafından manipüle edilen acımasız bir oyunda kritik bir piyon. Bu aktörlerden hiçbiri Kobane ve Rojava’daki doğrudan demokrasi deneyinin genişlemesini ve tüm Küresel Güney’in dikkatini çekmesini istemez. Kobaneli kadınlar, köleleştirilmezlerse eğer, acı bir ihanete uğrama ölümcül tehlikesi ile karşı karşıyalar.

Ve Kobane üzerinde IŞİD’ın oynadığı oyun bir oyalama taktiği, Obama yönetimi için bir tuzak olarak görüldüğünde, durum daha da hayra alamet olmayan bir yere doğru gidiyor. Halife’nin paralı çetelerinin gerçekte hedefledikleri, Irak’ın Anbar eyaleti (halihazırda büyük bölümünü kontrol ediyorlar) ve kritik Bağdat hattı. Barbarlar kapıda, yalnızca Kobane’de değil Bağdat’ta da kapıda

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder