Recommended Post Slide Out For Blogger

10 Şubat 2015 Salı

Galeano: Tüketim imparatorluğu tek bir yönü, çöpü gösterir


'Hali hazırda tüketim patlamasının çıkardığı karmaşa savaşlardan ve karnavallardan daha fazla gürültü çıkarıyor.' Uruguaylı yazar Eduardo Galeano, 'Tüketim İmparatorluğu' başlıklı yazısına bu tanımlamayla giriş yapıyor.Makale,  modern toplumun işleyen doğası karşısında büyülenmiş gibi yaşayanlara nasihat değil bir uyarı mesajı veriyor, bir anlamda sahte büyülenmeden kurtulma çağrısı yapıyor.  Her şeyi kredi karşılığında tüketebilme ihtimalinin yarattığı sahte demokrasi, hafta sonları alışveriş merkezlerine yapılan kutsal ziyaretler, tüketenle birlikte soluk alıp veren mallarla tüketim imparatorluğu gezegenin her yanını kontrol altına aldığı bir zamanda Galeano'nun uyarı mesajı niteliğindeki makalesini paylaşıyorum. 

 Eski bir Türk atasözünde söylendiği gibi, 'borca içen iki kez sarhoş olur'. İçki aleminin sersemliği bakışı etkiler; küresel sarhoşluğun ise ne özelliği ne de sınır varmış gibi görünüyor, tüketim kültürü davulun sesi gibi bir rüya vaat ediyor ama içi boş bir rüya.  Gerçekle karşılaşma saati gelip de kutlama bittiğinde, sarhoş yalnız uyanır kendisine yalnızca bedelini ödemek zorunda olduğu kırık tabaklar eşlik eder.

Sistem, genel olarak çatışmaları ardına alarak yayılır, daha fazla satışın, damarların ihtiyaç duyduğu hava gibi bir eğilimi vardır ve her seferinde insana hayallerine ulaşmak için çalışma gücü de verir. Sistem her şeyin adıyla konuşur, tüketime göre düzenler .Bütün başlayan ve biten macera yalnızca televizyonda da gerçekleşmez. Birçok insan, elde etmek istedikleri için borçlanır, borcu ödemek için yeniden borçlanır ve arzu edilen, ele geçirilmek istenen eşya suçlanarak süreç devam eder.

 Herşeyi yapmakta özgürsün diyenler yön gösteriyor; çöpe doğru ( Yön- derecho ile derroche, boş, çöp, israf kelimeleriyle bir oyun ) Söyle bana ne kadar harcayabilirsin ve bunun için ne kadar ödeyebilirsin? Bu modernlik ne çiçeklerde ne tavuklarda ne de insanlarda uyku bırakmaz. Kış bahçeleri çiçekler daha hızlı yetişsin diye ışığa boğulacak,  yumurta fabrikalarında daha fazla üretim için tavuklara uyku yasaklanır, insanlar ödemek zorunda kalacaklarını hatırladıkça insomnia yaşamaya başlarlar, bu insanlar için iyi değil ama ilaç endüstrisi için iyi bir şeydir.  

ABD, dünyada legal olarak üretilen sentetik, kimyasal  ilaçların yarısını tüketiyor, nüfusun yarıdan fazlası da  illegal olarak elde edilen kuru, sulu maddelerin müptelası, neredeyse dünya nüfusunun beşte biri bunları kullanıyor  yani. Montevideo'dan bir kadının da dediği gibi;  satın alan insanlar mutsuz.  ‘Utancı ardında bırakarak acıyla onsuz olacaksın’ der bir tango şarkısı da. Parasız bir adam zavallıdır, 'hiçbir şeye sahip olmadığında, düşünmeye değer şeyin de olmaz' der Buenos Aires'den birisi de. Dominikanların yaşadığı San Francisco'da ise şöyle dendiğini duyarsınız; ' Kardeşlerim markalar için çalışıyor, etiket satın alarak yaşıyorlar ve onları ödemek için de irice gözyaşı döküyor.”

Tüketimde şiddet gözden kaçar: Tek tip üretim, karın ve çeşitliliğin düşmanıdır. Seri üretim bandının içinde olan herkes tüketilecek şeye uygun hareket etmelidir. Zorunluluğun diktatörlüğü herhangi bir diktatörlükten daha tahrip edici bir sistem yaratır: Varolan dünya sonsuzluğa karışırken, fotokopi gibi tüketicilerin üretildiği yeni bir dünya üretilecek buradan. Bu toplumda nicelik, niteliğin önüne geçecek şişmanlık iyi beslenme alameti olarak gösterilecektir. Lancet adlı bilim dergisine göre; son zamanlarda 'obezlik tehlikesi' felaket noktada, gelişmiş ülkelerde yaşayan gençlerin yüzde 30'u bu 'tehlike' içerisinde büyüyormuş.


Colorado Üniversitesi Sağlık Bilimleri Merkezi'nin yaptığı son araştırmaya göre son on altı yılda ABD'li çocuklar arasında obez olma oranı yüzde 40 artmış, light ve diet yiyecekler sunan ülke dünyanın en şişmanı olma yolunda. Örnek tüketici yalnızca otomobil almak için televizyona bakıyor, günde 4 saat tv izleyen bir kız çocuğu da önündeki plastik yiyecekler tıkınıyor.

Atılmış yiyeceklerin büyük zaferi: Damak tatlarıyla dünyayı fetheden endüstri ,yerel yiyeceklerin itibarını yerle bir ederek ilerliyor. İyi yeme  alışkanlığı hızla uzaklaşırken bazı ülkelerde binlerce yıllık yemek geleneği yalnızca tencerelerden değil zengin masalarında da yok oluyor. Pattadanak yok olmaya yüz tutan bu tatlar, kültürel bir kimliğin işareti, hayatın bayramıdır ve bunların kimyasını bilmek, Fast-Food diktatörlüğüne karşı olmaktır. Mc Donald's'ın, Burger King'in ve diğer fabrikasyon yiyecek endüstrisinin şiddetine karşı çıkar yol yemek yapmaktır; kutsal bir yoldur . Ağız, ruha açılan kapıdır aynı zamanda.


1998 Dünya Futbol Şampiyonası sırasında kaslara zindelik veren MasterCard'la sonsuz gençliğe ve iyi atlet olmak için Coca Cola'ya, Mc Donald's mönüye ihtiyaç olduğunu gördük. Mc Donald's örneği vazgeçilmez, zira bütün gezegende gençlerin ağzına giren ortak yiyecek hamburgerdir. Berlin duvarının yıkılmasının ertesi yılı Mc Donald's'ın kuyruğuna takılanların Moskova'da Batı'nın sembolik zaferini nasıl kutladıkları hala hatırlarda, şirket dünyada hiçbir sendikal hareketin başaramayacağı ölçüde özgürlüğün sembolü haline geldi. 1997'de Kanada'nın Montreal kentinde sendikalaşmaya çalışanlara karşı Mc Familia'nın cevabı restoranı kapatmak olmuştu, ertesi yıl ise Vancouver civarında küçük bir kenteki Mc Donald's da ise çalışanlar örgütlenmeyi başarmıştı.


Tüketici kitleler, ortak evrensel bir dil kullanır ve herhangi bir yerde mesajları TV aracılığıyla alırlar. Yüzyılın son çeyreğinde dünyada kamunun (vatandaş) harcamaları iki kat artmış, bunun için her seferinde sütten fazla Coca-cola içen çocuklar için teşekkür etmek gerekir herhalde, zira sistem boş zamanda yapılması zorunlu olan şeyleri de bu şekilde düzenliyor. Serbest zaman, mahkumların zamanı; yoksulların evinde yatak yok ama TV var, sözün sahibi TV oldu artık. Demokratik durum kendiliğinden ortaya burada çıkıyor. Zengin ya da yoksul fark etmez, son model otomobili alma ihtimali banka kredisiyle gerçekleşebileceği bilinir.

Satıcılar, ticaretin büyüleyerek değiştirileceğini bilir. Mallar, insani vasıflarla birlikte sunulur: Okşanır, eşlik edilir, anlaşılır, yardım eder, mesela parfümle öpülür, otomobil asla yanlış yapmayan bir arkadaştır. Tüketim kültürü ticaretin parlak ışığı altında yalnızlık sunar. Size sunulanlarla uyursunuz ve bu mallar yalnızca sizi kucaklamakla kalmaz, sembolik olarak sınıfsal yükselişinize de olanak tanır, ait olmadığınız, size yasaklı  olan sınıfın kapısı bu edinilen mallarla birlikte aşılır.

 Ne kadar benzersiz olursanız o kadar iyidir: Mallar seni seçip öne çıkartır, zenginler arasında farkınız ortaya çıkar. Önemli değil ama tuhaftır, üretilmiş şeylerin ne kadarının satıldığı hakkında bilgi verilmez. Önemli olan fantezileri gerçekleştirmektir: Kim nereden isterse tıraş losyonunu alabilir sonuçta.

Kriminolog Anthony Platt'ın gözlemlerine göre,sokaktaki suçların tek sebebi aşırı yoksulluk değil, özel olmak, bireysellik de suç sebebi. Platt, 'sosyal baskı' diyor bu duruma. Tarihçi Eric Hobsbawm'a göre; 20. yüzyılla birlikte paleotik çağdan beri, 7 bin yıllık tarım kültürünün sonuna gelinmiş. Dünya nüfusunun çoğu kentlerde yaşıyor ve köylüler şehirli olmuş durumda. Latin Amerika'da köy yok ama karınca gibi insanların yaşadığı, anormal büyüklükte, adaletsizliğin yaşandığı sürüyle kentimiz var. Modern tarım köylüleri yerinden edip onları yedek işgücü yaparken toprak da erozyona uğruyor.

İnananlar sanıyor ki tanrı her yerde, oysa deneyimlere bakılırsa daha çok büyük kentlerde. Kentler, çalışma alanıdır, çocuklar için olası bir gelecek. Kırlarda hayatın geçişine bakarsınız, esneyerek ölürsünüz, kentlerde ise hayat dopdoludur ve sizi çağırır. Ağzına kadar tıka basılı mezbelelere  ilk defa işini kaybederek döndüğünde nesneler olduğundan daha pahalı hale gelir.

14. yüzyılda  Giordano da Rivalto, (Pisa'da 1260- 1311 yılları arasında yaşamış din adamı) Floransa için şöyle söylemişti; Diyorlar ki, kentler büyüyor. İnsan neden birlikte olmaktan hoşlanır ki. Birlikte olmak, karşılaşmak. Şimdiden bakalım; Kim, kimle karşılaşabilir? Gerçeği bulma umuduyla karşılaşmak. Arzu? Kim dünyada bununla karşılaşır? Ve insan. İnsan, insanla nasıl karşılaşır? Eğer insanlar arasındaki ilişki, şeylerle kurduğu ilişkiye nazaran azalmışsa soru şu olmalı. Kaç insan nesnelerle karşılaşır?

Dünya, TV'nin parlak ışığı altında, şeylere bakıp, dokunamayacağınız sonsuz büyüklükte bir dükkana dönüşmüş durumda. Alışveriş merkezleri, kişiye özel şeyler ve indirimlerin istilasında. Tren ve otobüs durakları şirketler tarafından özel bir alana çevrilinceye kadar çok az kişinin dikkatini çeker oldu, shopping center, ya da  shopping mall'ler  camdan kubbeler halinde maruz bırakıldığımız mekanlar oldu, kalabalık topluluklar hac vazifesini yerine getirmek için tüketimin bu saraylarını ziyaret ediyor. Dini bütün büyük çoğunluk ödeme yapmadıkları şeyler için extasy yutmuş gibi gezinirken, alışveriş yapan azınlık ise ardı arkası kesilmeyen indirimlerle tamamen savunmasız kalır. Otomatik işleyen merdivenlerde izdiham olur ve oradakiler dünyayı gezer: Elbiseler Milano ya da Paris'teki gibidir, makinalar, görmek için para ödemezseniz bile Chigago'da olduğunuz hayalini gerçekleştirir. Henüz modernlikle kutsanmamış halkın içinden turistler, daha önceleri plazaların keyfini çıkaranlar gibi buraya gelir, dünyaca ünlü markalar önünde fotoğraf çektirirler.

 Beatriz Solano,(İspanyol Tv muhabiri ) varoşlardan kent merkezine gelenlerin şimdilerde  shopping center'lara gelmeye başladıklarını gözlemlemiş. Geleneksel hafta sonu gezileri yerini kent merkezlerindeki günlük turlara yerini bırakmış durumda. Ütü, çamaşır makinalarının sergilendiği şölene  gelenler galaya davet edilmemişlerdir ama meraklı olmaya engel değildir bu, aileler uluslararası estetik bir şekilde dizayn edildiği vitrinlerin arasında halüsinasyona uğramış şekilde geçerler.

Tüketim kültürü, nostaljiye dair kültürü medyatikleştirerek kullanılmaz hale getirir.
Değişimin baş döndürücü ritmini moda belirler, modanın sundukları ihtiyaç olarak servis edilir. Başka malların kısacık hayatının başlaması için eski mallar göz açıp kapanıncaya kadar çürütülür. Bugün sürekliliği olan tek şey güvensizliktir; fabrika ve alış veriş merkezlerinin durmaması için tıpkı sermayenin hızı gibi sürekli değişim işin özünü oluşturur.

Para hızla ışığın etrafında uçuşur: Dün oradaydı, bugün burada, yarını kim bilebilir? Tüm çalışanlar da potansiyel işsizdir. Paradoksal olarak Shopping Center'lar, 'an'ın kralıdır ve güvenliğin bir ilüzyonunu sunarlar, hayatın tehlikeli gerçeğinin ötesinde, yaşsız, anısız, gece ve gündüzü olmadan zamanın dışındadır. Dünyanın efendileri, reddedilebilir bir dünyayı kullanıma sokar: TV'nin parlak ışığında modaların, idollerin sunduğu gibi eski hayat tüketilebildiği kadar tüketilir. Fakat başka bir dünyaya bizi kim taşıyacak? Şaka gibi hepimizin zorunlu olarak Tanrı'dan yaratıldığı durumda gezegenin birkaç şirket için özelleştirilmesine karar verilmemiş midir?

Tüketim toplumu manipülasyona dayanır (cazabobos.) (Yazar, askeri bir teknik deyim, manipülasyon yapmak için yalan söylemek anlamında askeri bir teknik deyim kullanıyor.) Her şeyin ticari bir araç olduğu inkar edilir, fakat gören  göz, ihtiyacı olmadığı halde tüketen insanın yüzündeki doğallaşan görüntü de bu durumun tersini görür. Sosyal adaletsizlik ne düzeltilmesi gereken bir hata ne de daha iyi olabilme ihtimali karşısında bir defekttir: İhtiyaçlar özeldir. Büyük bir gezegene dönüşen shopping center'da hiçbir yiyecek doğal değildir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder