Meksika’da
devlet uyuşturucu kaçakçılarının ve siyasetçilerin toplumu kontrol
etmek için birleştiği bir cinayet kurumuna dönüştüğünü belirten yazar Raul Zibechi, Meksika devriminin yeniden inşaa edilmesi gerektiğini vurguluyor. Bülent Kale'nin tlaxacala için çevirdiği makaleyi paylaşıyorum.
“Canlı götürdüler, canlı istiyoruz” diye haykırıyor María Ester Contreras, zorla kaybedilmelere konusundaki çalışmaları nedeniyle Fundem (Fuerzas Unidas por Nuestros Desaparecidos en México - Meksika’da Kaybedilen Yakınlarımız için Birleşik Güçler)
kolektifine verilen Tata Vasco ödülünü onlar adına almaya çıktığı
Pueblo Ibero Amerikan Üniversitesi’ndeki sahnede ve onunla birlikte
havaya kalkan yirmi yumruk daha haykırıyor aynı sloganı. Sahne tüyler
ürperticiydi, çünkü aileler, neredeyse tüm kayıp anneleri ve kız
kardeşleri XI. İnsan Hakları Forumu’nda her söz alışlarında gözyaşlarına ve hıçkırıklara boğuluyor ve bir türlü engel olamıyorlardı buna.
Arjantin
ve Uruguay’dan bildiğimiz zorla kaybetmelerle hiçbir akrabalığı yok bu
ülkede yaşananların. Meksika’da militanlara saldırmak, onlara işkence
etmek ve onları ortadan kaldırmakla hiçbir ilgisi yok olanların, çok
daha karmaşık ve korkunç bir şey söz konusu burada. Bir anne oğlunun
nasıl kaybedildiğini anlatıyor, IBM için çalışan bir bilgisayar
mühendisi olan oğlu narko tarafından kendileri için bir internet ağı
kurmaya zorlanmak için kaçırılmış. “Bir başkasının başına da gelebilir” diye uyarıyor, tüm toplumun menzilde olduğunu bu yüzden de kimsenin bu meseleye uzak durmaması gerektiğini söylüyor.
Fundem
kolektifi 2009 yılında Coahuila eyaletinde kuruldu ve zorla kaybedilen
423 yakınını arayan 120 aileyi bir araya getirmeyi başardı, kolektif
aynı zamanda Meksika sınırları içinde kaybedilen 300 Orta Amerikalı
göçmeni arayan Hakikat ve Adalet Ağı’yla da işbirliği yapıyor.
Meksika’nın eski Devlet Başkanı Felipe Calderón kaybedilen insanların
trajedisini önemsiz göstermeye çalışarak “tali sivil kayıplar” diye adlandırmıştı onları. “Onlar hiçbir zaman kaybedilmemesi gereken varlıklar” diye yanıtlıyor bugün Contreras.
Fundem’in Mayıs ayında gerçekleştirilen Üçüncü Onur Yürüyüşü münasebetiyle yayınladığı bir bildiri, Calderón’un “uyuşturucu trafiğine” savaş ilan ettiği 2006 yılından bu yana “Başbakanlık tarafından yayınlanan verilere göre Şubat 2013’e kadar 26.121 kişinin kaybedildiği”ni söylüyor. Birleşmiş Milletler’in yargısız infazlar konusunda çalışan uzman raportörü Christof Heyns ise Mayıs 2013’te Meksika hükümetinin Calderón’un 6 yıllık başkanlığı döneminde toplam 102.696 kişinin (ayda ortalama1.426 maktul) öldürüldüğünü kabul ettiğini açıkladı. Geçtiğimiz Mart ayında ise Haftalık gazete Zeta şu anda iktidarda olan Peña Nieto hükümetinin 14 aylık dönemi içinde toplam 23.640 (ayda 1.688) kişinin öldürüldüğünü hesaplıyordu.
Al Jazeera haber
kanalı İŞİD'ın eliyle gerçekleşen ölümleri Meksika uyuşturucu
kartelinin katliamlarıyla karşılaştırdığı bir haber analiz yayınladı.
Irak’ta 2014 yılında IŞİD, 9 bin sivilin canına kıymıştı, aynı dönemde
Meksika kartellerinin kurbanlarının sayısı 16 binden fazlaydı (Russia
Today, 21 Ekim 2014). Karteller her yıl yüzlerce toplu infaz
gerçekleştiriyorlar. Artık kurbanların bedenlerini parçalayıp
birbirinden ayırmaya da başladılar; daha sonra halka dehşet salmak
amacıyla sergilemek için. “Yine aynı amaçla, karteller çocuklara ve
kadınlara da saldırıyorlar ve tıpkı İD’nin yaptığı gibi işledikleri
cinayetlerim görüntülerini sosyal ağlarda yayınlıyorlar.”
Pek
çok kitle iletişim aracı rüşvetler ya da tehditlerle susturuldu;
2006’dan bu yana karteller 57 gazeteci cinayetinin faili oldular. İslam
Devleti iki ABD vatandaşını öldürdü ve bu cinayetler bütün dünya
basınında haber oldu ama Meksika kartellerinin 2007 ila 2010 arasında
293 ABD vatandaşını öldürdüğünden çok az kişi haberdar.
Ama
asıl soru kimin daha kanlı olduğu değil, bu olmamalı, neden böyle, bunu
sormalıyız. El Kaide ve İslam Devleti’nin ABD gizli servisleri eliyle
yaratıldığını bildiğimize göre, uyuşturucu kaçakçılarının arkasında
kimlerin olduğunu sormak iyi bir başlangıç olabilir.
Farklı
çalışmalar ve araştırmacı gazete yazıları Meksika’da devlet yetkilileri
ve uyuşturucu kaçakçıları arasındaki içiçeliğe dikkat çekiyorlar. Proceso dergisi son sayısında şu noktanın altını çiziyor: “2013
yılının ilk çeyreğinden bu yana federal hükümete bir grup avukat,
aktivist ve federal memur tarafından örgütlü suçların Guerrero’nun pek
çok belediyesindeki güvenlikli sahalara giderek daha çok nüfuz ettiğine
dair uyarılar yapıldığını” ve hiçbir yanıt alınamadığı belirtiliyor. (Proceso 19 Ekim 2014).
Ayotzinapa öğrenci (6 ölü, 43 kayıp) katliamının ardındaki ilişkileri analiz ederken, gazeteci Luis Hernández Navarro bu olayın “Guerrerolu narko-siyasilerin doluştuğu lağımın kapağını kaldırdığı”
sonucuna varıyor. (La Jornada 21 Ekim 2014). Bu lağımda tüm partilerin
üyeleri var; katliamın doğrudan içinde olan İguala Belediye Başkanı José
Luis Abarca’nın da bünyesinde siyaset yaptığı ortanın solunda yer alan
PRD dahil.
Katolik hiyerarşi Samuel Ruiz’i bu
şehirden uzaklaştırmaya karar verince piskopos Raúl Vera da San
Cristóbal de las Casas’a gönderildi. Ama Vera da selefinin izlediği yolu
izledi ve şimdi Fundem’i kuran pek çok annenin memleketi olan Coahuila
eyaletinin başkenti Saltillo’da görev yapıyor. Annelerin kendilerine ait
bir yerleri yok, İnsan Hakları Piskoposluk Merkezi’nde toplanıyorlar.
Piskopos ve anneler omuz omuza çalışıyorlar.
Piskopos
Vera 1996 yılında Chiapas eyaletinde kendi kiliselerinde dua ettikleri
sırada16’sı çocuk 20’si kadın 45 Tzotzil yerlisinin katledildiği Acteal
Katliamı’nı dünyaya duyurmuştu. Katliam EZLN’ye muhalif paramiliter
gruplar tarafından gerçekleştirildiği halde hükümet bir etnik
çatışmaymış gibi sunmaya çalışmıştı.
Piskopos Vera, deneyimlerine dayanarak, Ayotzinapa katliamıyla “halka küçük bir mesaj verildiğini ve bize: bakın istersek neler yapıyoruz, dendiğini”
düşünüyor, tıpkı 2006 yılında San Salvador Atenco’da Zapatistaların
Öteki Kampanya’sına katılan Frente de Pueblos en Defensa de la Tierra
(Toprağın Savunusu için Halklar Cephesi) militanlarına vahşice
saldırıldığında ve 2’si öldürülüp 200’ü gözaltına alındığında ve
gözaltına alınanlardan 26’sına tecavüz edildiğinde olduğu gibi.
Adaletsizliğin yaşandığı sırada görevdeki vali Enrique Peña Nieto’ydu,
şu anki Meksika Devlet Başkanı.
Bu “mesajlar” Meksika siyasetinde ikide bir tekrarlanıyorlar. İnsan Hakları Forumu’na katılan peder Alejandro Solalinde Meksika Piskoposluğu Güney Pasifik İnsani Hareketlilik Başkanlığı’nın
koordinasyonuyla ilgileniyor ve ABD’ye Meksika üzerinden giden
göçmenlere hizmet veren bir sığınma evini yönetiyor, kendisine
öğrencilerin canlı canlı yakıldığına dair bilginin ulaştığını net olarak
ifade ediyor. Olaylara katılan ve “vicdanları sızlayan”
polislerin ona anlattığına göre; otomatik tüfeklerle tarandıktan sonra
yaralılar canlı canlı yakılmışlardı (Proceso 19 Ekim 2014).
Eğer
katletme biçimiyle mafyaya özgü net mesajlar veriliyorsa, bu katliamın
da amaçlarını kimi neden hedeflediklerine kadar iyice açıklıyor olması
gerekiyor. Yanıt Piskopos Vera’dan geliyor. Kartellerle siyasi, hukuki
ve finansal yapıların samimi ilişkisine dikkate çekiyor ve bu yapıların
hangisinin nerede başlayıp nerede bittiğini bilmenin imkansız olduğunu
belirtiyor. Bu gerçeği kavramak onu ülkesinin yöneticilerinin “bir organize suç örgütü olduğu”na, bu yüzden de “demokraside olmadığımız” düşüncesine götürmüş. (Proceso 12 Ekim 2014).
Ama piskopos Vera’nın bu düşünceleri düğümü çözmesine izin veren çok önemli bir noktaya odaklanıyor. “Organize
suç örgütü toplumun kontrol edilmesine yardımcı oldu, bu yüzden de
siyaset sınıfının ortağı durumunda. Onlar halkın örgütlenmemesini,
büyümemesini sağladılar.” Subcomandante Marcos’un işaret ettikleriyle aşağı yukarı aynı şeyleri dile getiren sözler bunlar.
Fazio Washington Post’ta yayınlanan bir habere dikkat çekiyor, gazete haberinde “yedi bin Meksikalı asker ve polisin Kolombiyalı danışmanlar tarafından eğitildiğini”
söylüyor. Başarısız Meksika Devleti’nin nerede üretilmeye başlandığını
keşfetmek için öyle çok müthiş bir hayal gücüne gerek yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder