Recommended Post Slide Out For Blogger

18 Kasım 2014 Salı

İcat edilmiş bir cinayet şebekesi olarak Meksika devleti

Meksika’da devlet uyuşturucu kaçakçılarının ve siyasetçilerin toplumu kontrol etmek için birleştiği bir cinayet kurumuna dönüştüğünü belirten yazar Raul Zibechi, Meksika devriminin yeniden inşaa edilmesi gerektiğini vurguluyor. Bülent Kale'nin tlaxacala için çevirdiği makaleyi paylaşıyorum. 
“Canlı götürdüler, canlı istiyoruz” diye haykırıyor María Ester Contreras, zorla kaybedilmelere konusundaki çalışmaları nedeniyle Fundem (Fuerzas Unidas por Nuestros Desaparecidos en México - Meksika’da Kaybedilen Yakınlarımız için Birleşik Güçler) kolektifine verilen Tata Vasco ödülünü onlar adına almaya çıktığı Pueblo Ibero Amerikan Üniversitesi’ndeki sahnede ve onunla birlikte havaya kalkan yirmi yumruk daha haykırıyor aynı sloganı. Sahne tüyler ürperticiydi, çünkü aileler, neredeyse tüm kayıp anneleri ve kız kardeşleri XI. İnsan Hakları Forumu’nda her söz alışlarında gözyaşlarına ve hıçkırıklara boğuluyor ve bir türlü engel olamıyorlardı buna.
Arjantin ve Uruguay’dan bildiğimiz zorla kaybetmelerle hiçbir akrabalığı yok bu ülkede yaşananların. Meksika’da militanlara saldırmak, onlara işkence etmek ve onları ortadan kaldırmakla hiçbir ilgisi yok olanların, çok daha karmaşık ve korkunç bir şey söz konusu burada. Bir anne oğlunun nasıl kaybedildiğini anlatıyor, IBM için çalışan bir bilgisayar mühendisi olan oğlu narko tarafından kendileri için bir internet ağı kurmaya zorlanmak için kaçırılmış. “Bir başkasının başına da gelebilir” diye uyarıyor, tüm toplumun menzilde olduğunu bu yüzden de kimsenin bu meseleye uzak durmaması gerektiğini söylüyor.
Fundem kolektifi 2009 yılında Coahuila eyaletinde kuruldu ve zorla kaybedilen 423 yakınını arayan 120 aileyi bir araya getirmeyi başardı, kolektif aynı zamanda Meksika sınırları içinde kaybedilen 300 Orta Amerikalı göçmeni arayan Hakikat ve Adalet Ağı’yla da işbirliği yapıyor. Meksika’nın eski Devlet Başkanı Felipe Calderón kaybedilen insanların trajedisini önemsiz göstermeye çalışarak “tali sivil kayıplar” diye adlandırmıştı onları. “Onlar hiçbir zaman kaybedilmemesi gereken varlıklar” diye yanıtlıyor bugün Contreras.

Fundem’in Mayıs ayında gerçekleştirilen Üçüncü Onur Yürüyüşü münasebetiyle yayınladığı bir bildiri, Calderón’un “uyuşturucu trafiğine” savaş ilan ettiği 2006 yılından bu yana “Başbakanlık tarafından yayınlanan verilere göre Şubat 2013’e kadar 26.121 kişinin kaybedildiği”ni söylüyor. Birleşmiş Milletler’in yargısız infazlar konusunda çalışan uzman raportörü Christof Heyns ise Mayıs 2013’te Meksika hükümetinin Calderón’un 6 yıllık başkanlığı döneminde toplam 102.696 kişinin (ayda ortalama1.426 maktul) öldürüldüğünü kabul ettiğini açıkladı. Geçtiğimiz Mart ayında ise Haftalık gazete Zeta şu anda iktidarda olan Peña Nieto hükümetinin 14 aylık dönemi içinde toplam 23.640 (ayda 1.688) kişinin öldürüldüğünü hesaplıyordu.
Al Jazeera haber kanalı İŞİD'ın  eliyle gerçekleşen ölümleri Meksika uyuşturucu kartelinin katliamlarıyla karşılaştırdığı bir haber analiz yayınladı. Irak’ta 2014 yılında IŞİD,  9 bin sivilin canına kıymıştı, aynı dönemde Meksika kartellerinin kurbanlarının sayısı 16 binden fazlaydı (Russia Today, 21 Ekim 2014). Karteller her yıl yüzlerce toplu infaz gerçekleştiriyorlar. Artık kurbanların bedenlerini parçalayıp birbirinden ayırmaya da başladılar; daha sonra halka dehşet salmak amacıyla sergilemek için. “Yine aynı amaçla, karteller çocuklara ve kadınlara da saldırıyorlar ve tıpkı İD’nin yaptığı gibi işledikleri cinayetlerim görüntülerini sosyal ağlarda yayınlıyorlar.”
Pek çok kitle iletişim aracı rüşvetler ya da tehditlerle susturuldu; 2006’dan bu yana karteller 57 gazeteci cinayetinin faili oldular. İslam Devleti iki ABD vatandaşını öldürdü ve bu cinayetler bütün dünya basınında haber oldu ama Meksika kartellerinin 2007 ila 2010 arasında 293 ABD vatandaşını öldürdüğünden çok az kişi haberdar.
Ama asıl soru kimin daha kanlı olduğu değil, bu olmamalı, neden böyle, bunu sormalıyız. El Kaide ve İslam Devleti’nin ABD gizli servisleri eliyle yaratıldığını bildiğimize göre, uyuşturucu kaçakçılarının arkasında kimlerin olduğunu sormak iyi bir başlangıç olabilir.
Farklı çalışmalar ve araştırmacı gazete yazıları Meksika’da devlet yetkilileri ve uyuşturucu kaçakçıları arasındaki içiçeliğe dikkat çekiyorlar. Proceso dergisi son sayısında şu noktanın altını çiziyor: “2013 yılının ilk çeyreğinden bu yana federal hükümete bir grup avukat, aktivist ve federal memur tarafından örgütlü suçların Guerrero’nun pek çok belediyesindeki güvenlikli sahalara giderek daha çok nüfuz ettiğine dair uyarılar yapıldığını” ve hiçbir yanıt alınamadığı belirtiliyor. (Proceso 19 Ekim 2014).
Ayotzinapa öğrenci (6 ölü, 43 kayıp) katliamının ardındaki ilişkileri analiz ederken, gazeteci Luis Hernández Navarro bu olayın “Guerrerolu narko-siyasilerin doluştuğu lağımın kapağını kaldırdığı” sonucuna varıyor. (La Jornada 21 Ekim 2014). Bu lağımda tüm partilerin üyeleri var; katliamın doğrudan içinde olan İguala Belediye Başkanı José Luis Abarca’nın da bünyesinde siyaset yaptığı ortanın solunda yer alan PRD dahil.
Katolik hiyerarşi Samuel Ruiz’i bu şehirden uzaklaştırmaya karar verince piskopos Raúl Vera da San Cristóbal de las Casas’a gönderildi. Ama Vera da selefinin izlediği yolu izledi ve şimdi Fundem’i kuran pek çok annenin memleketi olan Coahuila eyaletinin başkenti Saltillo’da görev yapıyor. Annelerin kendilerine ait bir yerleri yok, İnsan Hakları Piskoposluk Merkezi’nde toplanıyorlar. Piskopos ve anneler omuz omuza çalışıyorlar.
Piskopos Vera 1996 yılında Chiapas eyaletinde kendi kiliselerinde dua ettikleri sırada16’sı çocuk 20’si kadın 45 Tzotzil yerlisinin katledildiği Acteal Katliamı’nı dünyaya duyurmuştu. Katliam EZLN’ye muhalif paramiliter gruplar tarafından gerçekleştirildiği halde hükümet bir etnik çatışmaymış gibi sunmaya çalışmıştı.
Piskopos Vera, deneyimlerine dayanarak, Ayotzinapa katliamıyla “halka küçük bir mesaj verildiğini ve bize: bakın istersek neler yapıyoruz, dendiğini” düşünüyor, tıpkı 2006 yılında San Salvador Atenco’da Zapatistaların Öteki Kampanya’sına katılan Frente de Pueblos en Defensa de la Tierra (Toprağın Savunusu için Halklar Cephesi) militanlarına vahşice saldırıldığında ve 2’si öldürülüp 200’ü gözaltına alındığında ve gözaltına alınanlardan 26’sına tecavüz edildiğinde olduğu gibi. Adaletsizliğin yaşandığı sırada görevdeki vali Enrique Peña Nieto’ydu, şu anki Meksika Devlet Başkanı.


Bu “mesajlar” Meksika siyasetinde ikide bir tekrarlanıyorlar. İnsan Hakları Forumu’na katılan peder Alejandro Solalinde Meksika Piskoposluğu Güney Pasifik İnsani Hareketlilik Başkanlığı’nın koordinasyonuyla ilgileniyor ve ABD’ye Meksika üzerinden giden göçmenlere hizmet veren bir sığınma evini yönetiyor, kendisine öğrencilerin canlı canlı yakıldığına dair bilginin ulaştığını net olarak ifade ediyor. Olaylara katılan ve “vicdanları sızlayan” polislerin ona anlattığına göre; otomatik tüfeklerle tarandıktan sonra yaralılar canlı canlı yakılmışlardı (Proceso 19 Ekim 2014).
Eğer katletme biçimiyle mafyaya özgü net mesajlar veriliyorsa, bu katliamın da amaçlarını kimi neden hedeflediklerine kadar iyice açıklıyor olması gerekiyor. Yanıt Piskopos Vera’dan geliyor. Kartellerle siyasi, hukuki ve finansal yapıların samimi ilişkisine dikkate çekiyor ve bu yapıların hangisinin nerede başlayıp nerede bittiğini bilmenin imkansız olduğunu belirtiyor. Bu gerçeği kavramak onu ülkesinin yöneticilerinin “bir organize suç örgütü olduğu”na, bu yüzden de “demokraside olmadığımız” düşüncesine götürmüş. (Proceso 12 Ekim 2014).
Ama piskopos Vera’nın bu düşünceleri düğümü çözmesine izin veren çok önemli bir noktaya odaklanıyor. “Organize suç örgütü toplumun kontrol edilmesine yardımcı oldu, bu yüzden de siyaset sınıfının ortağı durumunda. Onlar halkın örgütlenmemesini, büyümemesini sağladılar.” Subcomandante Marcos’un işaret ettikleriyle aşağı yukarı aynı şeyleri dile getiren sözler bunlar.
 
Son olarak tesadüfi bir etkileşim değil mevzubahis olan, bir strateji söz konusu burada. Bu stratejinin dünyadaki kurucularından biri olan Kolombiyalı general Oscar Naranjo, gazeteci Carlos Fazio’nun tanımlamasıyla Álvaro Uribe yönetimi altındaki “bugünkü Kolombiya narkodemokrasisinin mimarları” arasında yer alan en önemli figürlerden biri. (La Jornada 30 Haziran 2012). ABD tarafından bölgeye “ihraç ürünü” olarak seçilen ve DEA’nın (Drug Enforcement Administration - ABD Uyuşturucu ile Mücadele Dairesi) himayesi altından olan Naranjo, Peña Nieto hükümetine danışman oldu.
Fazio Washington Post’ta yayınlanan bir habere dikkat çekiyor, gazete haberinde “yedi bin Meksikalı asker ve polisin Kolombiyalı danışmanlar tarafından eğitildiğini” söylüyor. Başarısız Meksika Devleti’nin nerede üretilmeye başlandığını keşfetmek için öyle çok müthiş bir hayal gücüne gerek yok.
Ama daha bitmedi. “Birleşik Devletler Hükümeti Operacion Rapido y Furioso (Hızlı ve Öfkeli Operasyonu) ile bazı kartellere yardım etti” diyerek operasyonla “istemeden” iki bin silah narkoların eline geçtiğini hatırlatıyor antiwar.com sitesi. Avrupalı dedefensa.org gibi stratejik analizler yapan siteler de Meksika’daki kaosun Washington’un giderek artan kötürüm hali ve Washington’a bağlı çok farklı ve birbiriyle çelişen servislerin yarattığı kakafoni nedeniyle de artmış olmasının mümkün olduğunu düşünüyorlar. Ancak yine de her şey bilerek yapılan bir şey olduğunu işaret ediyor. Bumerangın bir gün o iki ülke arasındaki uzun ve geçirgen sınır üzerinden geri döneceğine de hiç şüphe yok. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder